Yıl 1980 olması lazım. Yer şimdiki selemen yaylasında büyükbabam prid'in yayla evi. Günün hangi vaktinde olduğunu bilmiyorum ama başım kadar taşlardan örülü duvarın bazı yerlerinden acayip soğuk eserdi ve abartmıyorum dışarısıda net görünürdü. Evin eni boyu bir sanki ya 5 ya da 6 adım. Büyükbabam, babaannem ve ben. Kuzineden ses geliyor ama kendine malik değil. Ama çok severdim sabah kalkınca onun üstünde kaynamış taze sütü. Belkide bugün damarlarımdaki bağışıklığın diri olmasını ona borçluyumdur. Ne ise bir sabah uyandım. Zaten uyuyamazdınız, öyle şehir miskinliği olmaz insanın üzerinde. Ama o gece geç yatmıştım ve geç de kalktım , muhtemelen. Tavandaki sacı dinledim yağmur yok ama derin bir sessizlik var. Bizimkiler yoklar evde yani tek odada. Kalktım toprak tabana yalın ayak basıp tahtadan derme çatma kapıyı azıcık gıcırtarak açtım. Bir de ne göreyim ortalık zifiri karanlık. Saat 10:00 civarı. Hava karanlık ve bizimkilerde yok.Çocuk aklımla çok korkmuştum. Anlam veremiyordum. Her zaman aydınlık ama şimdi karanlık. Korkudan döndüm çıkarken soğumasın diye örttüğüm yorganımın altına girdim. Uyuya kalmışım. "Laaan gak ordan ne yatıyan" ağzı ile babaannem namı diğer Bahriyecük uyandırdı beni. Sonra süt bardağını uzattı ama ben kapıdan yansıyan gün ışığını görünce babaannemin bilmediği bir sevinçle içtim o sütü. Bardağı bıraktıktan sonra "acaba rüyamı" gördüm diye sorguladım kendimi. Yok rüya olsa idi ayağımın altındaki toprağın tozları hala olmazdı. Babaannem dedi sonra tutulma oldu sen uyuyordun dedi. Bende sordum tutulma ne diye. O da bildiğince anlatmaya çalıştı işte; gündüz biraz gece olması gökteki olaylar sebebiyle dedi. Tam tanımıda vermişti zaten. Şimdilerde her ay ve ya güneş tutulmasında kimseye demeden giderim o yayla evine ama bir türlü ulaşamam. Ha bu yaşanmış hikayede benim o soğuk ve ıssız yayla evinde kalmama sebep olan şey giriştede adını verdiğim büyükbabam Nazim Ağa'ya duyduğum sevgi idi. Babaannemide severdim ama büyükbabam başka idi. Nur içinde yatsın. Demircili'ye her gidişimde yine O'nun sayesinde Demircili mezarlığındaki tüm geçmişlerimize de Fatiha okumayı nasib ettiriyor bana.
Evet, yıllar yel gibi geçiyor. Yollar yenileniyor düzenleniyor ama son durak belli. Ve ben yayla evimizi çok özlüyorum. Selemene çıkmak nasib olduğunda bir tepe arkada olan o yayla yok artık. Yaylacılık yok belkide. Her şey hazıra dönmüş. Süt, peynir, odun, kömür hep hazır. Doğalgaz diye bir şey var. Düşünsenize Demircili'de doğalgazın olduğunu. Acaba doğal olduğu için doğayı korur mu? Yoksa borularının geçtiği doğa yok olur mu? Amaan. Ne ise ne. Önemli olan insanlığa hizmet etmesi. Eskiden doğal gaz yoktu Danişment Dağındaki eski çamlar vardı :). He bir de gece dağa oduna gitme olayı var ki dillere şenlik. Ne ise onu da sonra anlatırım inşallah.
NOT: Yukarıdaki hikayeyi bir anda, düşünmeden yani kaleme alınmadan dirkt ekrana yazılmıştır. Aklımdan parmaklarımla klavyeme ve oradanda size aktardım. Dedim bu konu başlığına yazan yok. Aslında yazmak gerek. Ben şimdi Selemen Yaylasındaki o eve gittim geldim sayarım. Sizde sayın, yani sizde yazın böyle anıları. Paylaşmak güzeldir, huzurla kalın.
Selemen'den bir gün..
- yilmaz.sahin
- Forum Yöneticisi
- Mesajlar: 2053
- Kayıt: Cmt Tem 15, 2006 2:08 am
- Konum: İstanbul
- İletişim:
Selemen'den bir gün..
"Söz uçar yazı kalır"