Yillarin evrimi

Yukarıdaki gruplar haricindeki genel bilgilendirme mesajlarınızı bu başlık altında yazabilirsiniz...
Cevapla
Ayla
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 315
Kayıt: Cmt Kas 04, 2006 9:54 pm
Konum: Türkiye

Yillarin evrimi

Mesaj gönderen Ayla » Cum Ara 08, 2006 1:10 am

Yil: 1965
"Karsima âniden çikinca ziyâdesiyle sasakaldim ve mütehassis
oldum... Nasil bir edâ takinacagima hükûm veremedim, âdetâ vecde
geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendimi toparlar gibi
oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardi...
Üstümü basimi toparladim, kendinden emin bir sesle 'aksam-i
serifleriniz hayrolsun' dedim.."

Yil: 1975
"Karsima birdenbire çikinca çok sasirdim ve hislendim.. Ne
yapacagima karar veremedim, heyecandan ayaklarim titredi. Ama çok
geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir
gülümseme vardi. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir
sesle 'iyi aksamlar' dedim.."

Yil: 1985
"Karsima âniden çikinca fevkalâde sasirdim ve duygulandim...
Nitekim ne yapacagima hükûm veremedim, heyecandan ayaklarim
titredi. ?????? ve lâkin kisa bir süre sonra kendime gelir gibi
oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardi.. Üstüme
çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayirli aksamlar'
dedim.."

Yil: 1995
"Karsima birdenbire çikinca çok sasirdim ve duydulandim...
Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu is bizi bozar dedim. Baktim o
da bana bakiyor, bu is tamamdir dedim... Manitayi tavlamak için
dogruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."

Yil: 2006
"Abi onu karsimda öyle görünce çüs falan oldum yani ve duygudurumum
kabardi... Oglum bu is bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy
durumlari yani.. Ama concon muyum ki ben, baktim ki o da bana
kesik.. Saril oglum dedim, bu manita senin... 'Hav ar yu yavrum?'"

Yil: 2016
"Ven ay vaz si hör, ben çok yani öyle iste birden ve çok
imosinillastim... Off, ay dont nov abi yaa... Ama o da bana öyle
bakti, if so asik len bu manita.. 'Hay beybi..'"

Yil: 2026
"Onu görselimde duyumsayinca imgelemim almadi ve duyalamam
tutariklandi, ben çok yani öyle iste birden ve çok kabarik oldum...
Off, ekinsel körlük zihinsel anligimi kapimsadi... Ama o da bana
öyle bakti, bu XY bana kesin sevgili... 'Herkese mrb..'"
:lol: :lol: :lol:
söyledigin söz, karsindakinin anladigi kadardir.

YILDIZOGLU
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 133
Kayıt: Sal Kas 28, 2006 6:37 pm
Konum: Türkiye

karadenız sahılındennnnn

Mesaj gönderen YILDIZOGLU » Cum Ara 08, 2006 9:17 pm

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.

Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.

Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..

"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."

"Kim bu adam?" diye sordum.

"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.

"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.

"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."

Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun

YILDIZOGLU
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 133
Kayıt: Sal Kas 28, 2006 6:37 pm
Konum: Türkiye

karadenız sahılındennnnn

Mesaj gönderen YILDIZOGLU » Cum Ara 08, 2006 9:19 pm

Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da
evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
bekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde
daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...


"Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."


Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.
Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...


Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
"Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

Çirkin Postacı..."


Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
"Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,
aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...

Kullanıcı avatarı
zeynep
Bölüm Yetkilisi
Bölüm Yetkilisi
Mesajlar: 2659
Kayıt: Pzt Ağu 07, 2006 12:25 am
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen zeynep » Pzr Ara 10, 2006 10:34 pm

Yillarin evrimi vede türkcenin deforma olmasi ,bana göre bir insan ANA DILINE hakim degilse kendinide dogru ifade edemiyor demektir.
Yarabbi! Hakkımda hayırlı olanı, gönlüme razı eyle. Gönlümde olanıda hakkımda hayırlı eyle.

Kullanıcı avatarı
yilmaz.sahin
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi
Mesajlar: 2053
Kayıt: Cmt Tem 15, 2006 2:08 am
Konum: İstanbul
İletişim:

Türkçe

Mesaj gönderen yilmaz.sahin » Pzt Ara 11, 2006 2:22 pm

Aynen katılıyorum Zeynep Hn. , konuşamasakta en azından yazım anlamında çok iyi olmalıyız kanaatindeyim. Çünkü ancak ve ancak düzgün yazıyı okuya okuya gelişir Türkçe, her yazıyı değil tabiki.
"Söz uçar yazı kalır"

Cevapla

“DİĞER - GENEL - ANONİM - AKLINIZA GELENLER” sayfasına dön