Kürsü / Cuma Sohbetleri
Gönderilme zamanı: Cmt Nis 25, 2009 3:48 pm
(Dün siteye belirli bir saatten sonra giremedigim için bunu yayınlayamadım.Bundan sonra her cuma Zaman Gazetesi'nde M.Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından derlenen ''Kürsü'' bölümünü bir ''cuma sohbeti'' olarak buraya aktarmaya devam edecegim insallah..)
24.04.2009
Rabb'i O'na Hiç Küsmedi
Allah Resûlü'nü üzmek, güya O'nu ye'se düşürmek ve davasından vazgeçirmek için müşriklerin "Rabbi O'nu terk etti." demelerine mukabil Cenâb-ı Allah; "Ey Resûlüm! Rabbin seni asla terk etmedi ve sana darılmadı da." (Duhâ, 93/3) mealindeki ayeti indirmiştir.
Allah Teâlâ'nın, Peygamber Efendimiz'e (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) darılması ve O'nu terk etmesi vâki değildir ve bir süre vahiy gelmeyişi de asla öyle bir darılmadan kaynaklanmamıştır. Allahu a'lem, Efendimiz'in gönlünde, vahye karşı daha derin heyecanlar uyarmak ve öteleri gözlemesi, semanın dilinin çözülmesini beklemesi mevzuundaki iştiyakını tetiklemek için bir inkıtâ (kesinti) olmuştur. Bir haylûlet (araya girip perde olma) şeklindeki bu inkıtâda, O'nu geleceğe hazırlama gibi bizim bilemediğimiz başka hikmetler de vardır. Dolayısıyla, bu meseleyi, kendi düşünce tarzımız, kendi anlayışımız ve kendi ufkumuz itibariyle yorumlamaya kalkarsak, o Zât-ı âlişânı kendi seviyemize indirmiş oluruz; öyleyse, onu, Allah Resûlü'nün şahsî mülahazası ve engin ufku itibariyle ele almak lazım. Evet, değişik rivayetlerde üç, beş, dokuz hatta kırk günlük bir süre zarfında vahyin kesintiye uğradığından bahsedilmektedir. Fakat bu mevzuyu, bir dargınlığın neticesiymiş gibi göstermek kat'iyen doğru değildir. Ayrıca, Vâkıdî ve Kelbî gibi kimseler, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) vahyin kesilmesi karşısında duyduğu teessürden dolayı dağda, bayırda gezdiğini ifade etseler, onun bazı davranışlarını kendilerince farklı değerlendirseler ve bazı modern yorumcular da onların düşüncelerini aynen günümüze taşıyarak yeniden seslendirseler bile, ben bunların hiçbirine ihtimal vermiyorum. Onlara iştirak etmediğim gibi o türlü iddiaları Efendimiz'i hiç tanıyamamış olmalarına delil sayıyorum. Kendisine vahiy gelmeden evvel hayatında zerre kadar dengesizlik müşahede edilmeyen bir insanın, semalarla irtibata geçtikten ve ulûhiyet hakikatına o kadar aşina olduktan sonra, öyle bir ruh haleti içine girmesi kat'iyen mümkün değildir. Evet, mutlaka O da bir beşerdi, muktezâ-yı beşeriyet olarak bizde bulunan bazı şeyler O'na da ârız olurdu, fakat O'nda asıl olarak meydana gelen şeylerin bizde yalnızca gölgeleri hâsıl olduğu gibi, bizde asıl olarak bulunan şeylerin de O'nda sadece gölgesi bulunurdu.
SOHBET-İ CANAN İÇİN ADETA CAN ATIYORDU
Allah Resûlü'nün bakışları hep ulvî âlemlerdeydi; O'nun ötelere karşı tarifi imkânsız bir iştiyakı vardı. Bazı insanların dünyaya bağlılığının ve dünyevîliklere tiryakiliğinin çok ötesinde O öteki âlemlere bağlıydı ve bir ibadet ü taat tiryakisiydi. Cenab-ı Hakk'ın rızasına vesile olacak hususları öğrenmek ve Cebrail'le (aleyhisselam) bir kere daha sohbet-i Canan'da bulunmak için adeta can atıyordu. Nitekim bir gün "Ey Cibrîl! Bizi (şimdiki mutad) ziyaretinden daha çok ziyaret etmene engel nedir?" demiş ve onunla daha sık bir araya gelme isteğini ifade buyurmuştu; Cibrîl-i Emin de, "Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz." (Meryem, 19/64) mealindeki ayetle ona cevap vermişti. İşte, kısa bir süreliğine de olsa vahyin kesilmesini, ötelere müteveccih ve vahiy tiryakisi bir insanın duygu, düşünce ve iştiyak enginliği açısından değerlendirmek gerekir.
Allah Resûlü kendi ufku itibariyle, onu önemli bir inkıtâ sayabilir, bir haylûlet vâki olmuş gibi algılayabilir, yani ötelerle kendisi arasına bir perde konulduğunu ve adeta bir husûf (perdelenme, ay tutulması) yaşadığını düşünerek ciddi bir heyecan içine girebilir. Fakat kısa süreli böyle bir kesinti, belki de O'nun iştiyakını arttırmaya matuftur ve bir rahmettir. Geçici bir kabz tattırmak suretiyle, Allah (celle celâluhü) her zaman bast halinde yaşayan Habibi'nin teyakkuzunu tetiklemeyi ve tevecühünü güçlendirmeyi murad buyurmuştur. Nitekim Kur'an-ı Kerim, "Rabbinin yüce adını zikret, fânilere bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalnız O'na yönel." (Müzzemmil, 73/8) mealindeki ayetlerle böyle bir teyakkuz ve teveccühe davet etmektedir. Evet, bir süreliğine vahyin kesilmesi adeta daha derin bir yöneliş çağrısıdır; fakat kat'iyen bir küskünlük ve dargınlığın neticesi değildir. Bunun en önemli delili de, Duhâ Sûresi'nin tamamı ve bilhassa "Ey Resûlüm! Rabbin seni asla terk etmedi ve sana darılmadı da." (Duhâ, 93/3) mealindeki ayet-i kerimedir. Bu ayetler, Allah Resûlü için birer müjdedir; bulunduğu her hâlin önüne nazaran sonunun, mesela nübüvvetinin başlangıcına nazaran sonrasının, dünyaya nazaran ahiretinin daha hayırlı olacağını, Efendimiz'in daimi bir yükselişte bulunacağını; dünyada, ilahî feyizlerle ve tebliğ vazifesinde muvaffakiyetle, âhirette ise şefaat-ı uzmâ ve makam-ı mahmudla mükâfatlandırılacağını haber veren ve O'nun mutlaka razı edileceğini bildiren bir müjdedir. Selef-i salihinden bazıları, "Kur'ân'da en ümit verici ayet budur, zira kendisine ümmet olma şuur ve şerefini taşıyan kimseler kurtulmadıkça Efendimiz'in razı olması düşünülemez." demişlerdir.
ÖZETLE:
1 - Allah Teâlâ'nın, Peygamber Efendimiz'e darılması ve O'nu terk etmesi vâki değildir ve bir süre vahiy gelmeyişi de asla öyle bir darılmadan kaynaklanmamıştır.
2 - Allah Resûlü'nün bakışları hep ulvî âlemlerdeydi. Bazı insanların dünyaya bağlılığının çok ötesinde O öteki âlemlere bağlıydı ve bir ibadet ü taat tiryakisiydi.
O,ümmetine çok düşkündür
Duhâ Sûresi'ndeki: "Rabbin seni asla terk etmedi ve sana darılmadı" ifadesini mukabele olarak değerlendirmek gerekir. Mesela, Arapçadan Türkçeye çevirirken kabaca "Kim Allah'a tevbe ederse Allah da ona tevbe eder." şeklinde dile getirilen hakikat, aslında "Bir insan günahından tevbe eder ve bir kere daha kulluk şuuru içinde Cenab-ı Hakk'a yönelirse, Allah o kulun tevbesini karşılıksız bırakmaz ve ona rahmetinin genişliğiyle, mağfiretinin enginliğiyle muamelede bulunur." demektir.
Belâgat ilminde, aralarında tezat ve tekabül bulunan şeyleri bir ibarede bulundurmaya ve aynı kelimeyi birbirine mukabil iki ayrı manada beraberce zikretmeye "mukabele" denmektedir. İşte, "Mâ veddeake Rabbüke ve mâ kalâ" ifadesini de mukabele açısından değerlendirmek icap eder. Yani, sizin birbirinizi terk etmeniz, birbirinize küsüp darılmanız kendi acz, zaaf, fakr ve hiçliğiniz içinde ne ifade ediyorsa, birine küsüp darılınca siz ne yapıyorsanız, Hazreti Zât-ı zülcelal de kendi münezzehiyet, mukaddesiyet ve mübecceliyeti zaviyesinden öyle bir mukabelede bulunur. Küsme ve darılma gibi kelimeler Zat-ı Ulûhiyet'e nisbet edilince, o kelimelerin lazımı, Cenab-ı Allah'ın münezzehiyeti içinde anlaşılmalıdır. Yoksa bu sözler insanların küsüp darılmaları cinsinden beşerî bir manayı hatırlatmamalıdır. Öyleyse ayet-i kerime, "Allah, seni hiçbir zaman kimsesizliğe terk etmedi ve yalnız bırakmadı." anlamına gelmektedir.
Çoğumuz itibariyle, biz de bu âyeti her okuyuşumuzda, aynı mânâyı kendi adımıza duymaya çalışır ve sanki Rabbimiz bize hitap ediyormuş gibi bir hisse kapılırız. Aslında, bu hitap, evvelen ve bizzat, hakiki ve kâmil manasıyla Peygamber Efendimiz'e mahsus olsa bile, saniyen ve izâfî olarak, zıllî keyfiyetiyle ve izdüşümü itibariyle O'nun yolunda olan insanlara da bakmaktadır. Öyle inanıyorum ki, Allah Teâlâ, bir adımla dahi olsa Kendisine yaklaşanı hiçbir zaman yalnız bırakmayacaktır.
Cenab-ı Hak, Duhâ Sûresi'nde ayrıca "Elbette Rabbin sana ileride çok ihsanda bulunacak, tâ ki sen de O'ndan ve verdiğinden razı olacaksın." (Duhâ, 93/3) buyurmaktadır. İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayette, "O'nun rızası, ümmetinin hepsinin Cennet'e girmesindedir." denilmektedir. Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine karşı duyduğu büyük şefkat de bunu gerektirmektedir. İnsanlık târihinde O'nun kadar ümmetine "düşkün" bir başkasını göstermek mümkün değildir. Bu hakikati ifade sadedinde Kur'ân-ı Kerim'de, "Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, mü'minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe, 9/128) diye anlatılan Rahmet Peygamberi'nin (aleyhissalâtü vesselâm) ümmetine karşı alâkası fevkalâde ve had safhadadır. Bundan dolayı, Peygamber Efendimiz'in, ümmetine küsüp darılacağına hiç ihtimal vermiyorum. O'nun genel tabiatının ve yüksek karakterinin küsüp darılmaya müsait olmadığına inanıyorum.
Medine'nin Gülü
Andım yine Sen'i her şey yâdımdan silindi,
Hayâlin gönlümün tepelerinde gezindi;
Bu bir serâp olsa da hafakanlarım dindi..
Andım yine Sen'i her şey yâdımdan silindi.
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam,
Rûhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam;
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam..
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Yoksa bu yanan gönlüm durmadan inleyecek;
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek..
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından,
Ne olur Sana ulaşmam için kanadından;
Bana bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından..
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından.
Ey kupkuru çölleri Cennet'e çeviren Gül;
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül!.
Ey kupkuru çölleri Cennet'e çeviren Gül!
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım,
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım;
Sen'siz geçen bu acı rüyâdan kurtulayım..
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Rûhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki, güneş gurûba kaymakta..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta...
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun,
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun;
Her yanda tamburlar çalınsın; neyler duyulsun..
Ne olur, hiç olmazsa gurûbum tulû olsun..!
M. Fethullah Gülen
Haftanın Duası
Ey, bir belaya maruz kaldıklarında sabırları, lutfedilen nimetler karşısında da şükürleri pek az olan biz zayıf ve çaresiz kulların Rabbi! Dünyanın feci ve korkutan hadiseleri ve dehrin musibetleri karşısında bize inayet eyle; fesatçıların şerlerinin bize ulaşmasına mani ol. Şer güçlerin şerlerinden bizleri muhafaza eyle. Efendimiz Hazreti Muhammed'e, aile fertlerine ve bütün ashabına salât u selam ediyoruz, Rabb'imiz...
Sözün Özü
Peygamberlere ve Peygamberimiz'e bakarken, bakış zaviyesi ve niyet çok önemlidir. Enbiyâ-i izâm bir yana, evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrebînin sezilip anlaşılması dahi hususî bir ruh safveti ve gönül berraklığı isterse peygamberler nasıl cismaniyetin sisli-dumanlı ikliminde idrak edilip anlaşılabilir ki?..
Öyle ise, onları anlamaya çalışırken, bütün letâifimizle teveccüh edip dikkat kesilmemiz icap edecektir.
24.04.2009
Rabb'i O'na Hiç Küsmedi
Allah Resûlü'nü üzmek, güya O'nu ye'se düşürmek ve davasından vazgeçirmek için müşriklerin "Rabbi O'nu terk etti." demelerine mukabil Cenâb-ı Allah; "Ey Resûlüm! Rabbin seni asla terk etmedi ve sana darılmadı da." (Duhâ, 93/3) mealindeki ayeti indirmiştir.
Allah Teâlâ'nın, Peygamber Efendimiz'e (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) darılması ve O'nu terk etmesi vâki değildir ve bir süre vahiy gelmeyişi de asla öyle bir darılmadan kaynaklanmamıştır. Allahu a'lem, Efendimiz'in gönlünde, vahye karşı daha derin heyecanlar uyarmak ve öteleri gözlemesi, semanın dilinin çözülmesini beklemesi mevzuundaki iştiyakını tetiklemek için bir inkıtâ (kesinti) olmuştur. Bir haylûlet (araya girip perde olma) şeklindeki bu inkıtâda, O'nu geleceğe hazırlama gibi bizim bilemediğimiz başka hikmetler de vardır. Dolayısıyla, bu meseleyi, kendi düşünce tarzımız, kendi anlayışımız ve kendi ufkumuz itibariyle yorumlamaya kalkarsak, o Zât-ı âlişânı kendi seviyemize indirmiş oluruz; öyleyse, onu, Allah Resûlü'nün şahsî mülahazası ve engin ufku itibariyle ele almak lazım. Evet, değişik rivayetlerde üç, beş, dokuz hatta kırk günlük bir süre zarfında vahyin kesintiye uğradığından bahsedilmektedir. Fakat bu mevzuyu, bir dargınlığın neticesiymiş gibi göstermek kat'iyen doğru değildir. Ayrıca, Vâkıdî ve Kelbî gibi kimseler, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) vahyin kesilmesi karşısında duyduğu teessürden dolayı dağda, bayırda gezdiğini ifade etseler, onun bazı davranışlarını kendilerince farklı değerlendirseler ve bazı modern yorumcular da onların düşüncelerini aynen günümüze taşıyarak yeniden seslendirseler bile, ben bunların hiçbirine ihtimal vermiyorum. Onlara iştirak etmediğim gibi o türlü iddiaları Efendimiz'i hiç tanıyamamış olmalarına delil sayıyorum. Kendisine vahiy gelmeden evvel hayatında zerre kadar dengesizlik müşahede edilmeyen bir insanın, semalarla irtibata geçtikten ve ulûhiyet hakikatına o kadar aşina olduktan sonra, öyle bir ruh haleti içine girmesi kat'iyen mümkün değildir. Evet, mutlaka O da bir beşerdi, muktezâ-yı beşeriyet olarak bizde bulunan bazı şeyler O'na da ârız olurdu, fakat O'nda asıl olarak meydana gelen şeylerin bizde yalnızca gölgeleri hâsıl olduğu gibi, bizde asıl olarak bulunan şeylerin de O'nda sadece gölgesi bulunurdu.
SOHBET-İ CANAN İÇİN ADETA CAN ATIYORDU
Allah Resûlü'nün bakışları hep ulvî âlemlerdeydi; O'nun ötelere karşı tarifi imkânsız bir iştiyakı vardı. Bazı insanların dünyaya bağlılığının ve dünyevîliklere tiryakiliğinin çok ötesinde O öteki âlemlere bağlıydı ve bir ibadet ü taat tiryakisiydi. Cenab-ı Hakk'ın rızasına vesile olacak hususları öğrenmek ve Cebrail'le (aleyhisselam) bir kere daha sohbet-i Canan'da bulunmak için adeta can atıyordu. Nitekim bir gün "Ey Cibrîl! Bizi (şimdiki mutad) ziyaretinden daha çok ziyaret etmene engel nedir?" demiş ve onunla daha sık bir araya gelme isteğini ifade buyurmuştu; Cibrîl-i Emin de, "Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz." (Meryem, 19/64) mealindeki ayetle ona cevap vermişti. İşte, kısa bir süreliğine de olsa vahyin kesilmesini, ötelere müteveccih ve vahiy tiryakisi bir insanın duygu, düşünce ve iştiyak enginliği açısından değerlendirmek gerekir.
Allah Resûlü kendi ufku itibariyle, onu önemli bir inkıtâ sayabilir, bir haylûlet vâki olmuş gibi algılayabilir, yani ötelerle kendisi arasına bir perde konulduğunu ve adeta bir husûf (perdelenme, ay tutulması) yaşadığını düşünerek ciddi bir heyecan içine girebilir. Fakat kısa süreli böyle bir kesinti, belki de O'nun iştiyakını arttırmaya matuftur ve bir rahmettir. Geçici bir kabz tattırmak suretiyle, Allah (celle celâluhü) her zaman bast halinde yaşayan Habibi'nin teyakkuzunu tetiklemeyi ve tevecühünü güçlendirmeyi murad buyurmuştur. Nitekim Kur'an-ı Kerim, "Rabbinin yüce adını zikret, fânilere bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalnız O'na yönel." (Müzzemmil, 73/8) mealindeki ayetlerle böyle bir teyakkuz ve teveccühe davet etmektedir. Evet, bir süreliğine vahyin kesilmesi adeta daha derin bir yöneliş çağrısıdır; fakat kat'iyen bir küskünlük ve dargınlığın neticesi değildir. Bunun en önemli delili de, Duhâ Sûresi'nin tamamı ve bilhassa "Ey Resûlüm! Rabbin seni asla terk etmedi ve sana darılmadı da." (Duhâ, 93/3) mealindeki ayet-i kerimedir. Bu ayetler, Allah Resûlü için birer müjdedir; bulunduğu her hâlin önüne nazaran sonunun, mesela nübüvvetinin başlangıcına nazaran sonrasının, dünyaya nazaran ahiretinin daha hayırlı olacağını, Efendimiz'in daimi bir yükselişte bulunacağını; dünyada, ilahî feyizlerle ve tebliğ vazifesinde muvaffakiyetle, âhirette ise şefaat-ı uzmâ ve makam-ı mahmudla mükâfatlandırılacağını haber veren ve O'nun mutlaka razı edileceğini bildiren bir müjdedir. Selef-i salihinden bazıları, "Kur'ân'da en ümit verici ayet budur, zira kendisine ümmet olma şuur ve şerefini taşıyan kimseler kurtulmadıkça Efendimiz'in razı olması düşünülemez." demişlerdir.
ÖZETLE:
1 - Allah Teâlâ'nın, Peygamber Efendimiz'e darılması ve O'nu terk etmesi vâki değildir ve bir süre vahiy gelmeyişi de asla öyle bir darılmadan kaynaklanmamıştır.
2 - Allah Resûlü'nün bakışları hep ulvî âlemlerdeydi. Bazı insanların dünyaya bağlılığının çok ötesinde O öteki âlemlere bağlıydı ve bir ibadet ü taat tiryakisiydi.
O,ümmetine çok düşkündür
Duhâ Sûresi'ndeki: "Rabbin seni asla terk etmedi ve sana darılmadı" ifadesini mukabele olarak değerlendirmek gerekir. Mesela, Arapçadan Türkçeye çevirirken kabaca "Kim Allah'a tevbe ederse Allah da ona tevbe eder." şeklinde dile getirilen hakikat, aslında "Bir insan günahından tevbe eder ve bir kere daha kulluk şuuru içinde Cenab-ı Hakk'a yönelirse, Allah o kulun tevbesini karşılıksız bırakmaz ve ona rahmetinin genişliğiyle, mağfiretinin enginliğiyle muamelede bulunur." demektir.
Belâgat ilminde, aralarında tezat ve tekabül bulunan şeyleri bir ibarede bulundurmaya ve aynı kelimeyi birbirine mukabil iki ayrı manada beraberce zikretmeye "mukabele" denmektedir. İşte, "Mâ veddeake Rabbüke ve mâ kalâ" ifadesini de mukabele açısından değerlendirmek icap eder. Yani, sizin birbirinizi terk etmeniz, birbirinize küsüp darılmanız kendi acz, zaaf, fakr ve hiçliğiniz içinde ne ifade ediyorsa, birine küsüp darılınca siz ne yapıyorsanız, Hazreti Zât-ı zülcelal de kendi münezzehiyet, mukaddesiyet ve mübecceliyeti zaviyesinden öyle bir mukabelede bulunur. Küsme ve darılma gibi kelimeler Zat-ı Ulûhiyet'e nisbet edilince, o kelimelerin lazımı, Cenab-ı Allah'ın münezzehiyeti içinde anlaşılmalıdır. Yoksa bu sözler insanların küsüp darılmaları cinsinden beşerî bir manayı hatırlatmamalıdır. Öyleyse ayet-i kerime, "Allah, seni hiçbir zaman kimsesizliğe terk etmedi ve yalnız bırakmadı." anlamına gelmektedir.
Çoğumuz itibariyle, biz de bu âyeti her okuyuşumuzda, aynı mânâyı kendi adımıza duymaya çalışır ve sanki Rabbimiz bize hitap ediyormuş gibi bir hisse kapılırız. Aslında, bu hitap, evvelen ve bizzat, hakiki ve kâmil manasıyla Peygamber Efendimiz'e mahsus olsa bile, saniyen ve izâfî olarak, zıllî keyfiyetiyle ve izdüşümü itibariyle O'nun yolunda olan insanlara da bakmaktadır. Öyle inanıyorum ki, Allah Teâlâ, bir adımla dahi olsa Kendisine yaklaşanı hiçbir zaman yalnız bırakmayacaktır.
Cenab-ı Hak, Duhâ Sûresi'nde ayrıca "Elbette Rabbin sana ileride çok ihsanda bulunacak, tâ ki sen de O'ndan ve verdiğinden razı olacaksın." (Duhâ, 93/3) buyurmaktadır. İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayette, "O'nun rızası, ümmetinin hepsinin Cennet'e girmesindedir." denilmektedir. Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine karşı duyduğu büyük şefkat de bunu gerektirmektedir. İnsanlık târihinde O'nun kadar ümmetine "düşkün" bir başkasını göstermek mümkün değildir. Bu hakikati ifade sadedinde Kur'ân-ı Kerim'de, "Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, mü'minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe, 9/128) diye anlatılan Rahmet Peygamberi'nin (aleyhissalâtü vesselâm) ümmetine karşı alâkası fevkalâde ve had safhadadır. Bundan dolayı, Peygamber Efendimiz'in, ümmetine küsüp darılacağına hiç ihtimal vermiyorum. O'nun genel tabiatının ve yüksek karakterinin küsüp darılmaya müsait olmadığına inanıyorum.
Medine'nin Gülü
Andım yine Sen'i her şey yâdımdan silindi,
Hayâlin gönlümün tepelerinde gezindi;
Bu bir serâp olsa da hafakanlarım dindi..
Andım yine Sen'i her şey yâdımdan silindi.
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam,
Rûhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam;
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam..
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Yoksa bu yanan gönlüm durmadan inleyecek;
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek..
Bir bilsem, vuslata ne zaman ferman gelecek?.
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından,
Ne olur Sana ulaşmam için kanadından;
Bana bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından..
Kalbim bir güvercin gibi titrerken adından.
Ey kupkuru çölleri Cennet'e çeviren Gül;
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül!.
Ey kupkuru çölleri Cennet'e çeviren Gül!
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım,
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım;
Sen'siz geçen bu acı rüyâdan kurtulayım..
Mecnûn gibi arkanda koşan kulun olayım..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta,
Rûhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta;
Göster çehreni ki, güneş gurûba kaymakta..
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta...
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun,
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun;
Her yanda tamburlar çalınsın; neyler duyulsun..
Ne olur, hiç olmazsa gurûbum tulû olsun..!
M. Fethullah Gülen
Haftanın Duası
Ey, bir belaya maruz kaldıklarında sabırları, lutfedilen nimetler karşısında da şükürleri pek az olan biz zayıf ve çaresiz kulların Rabbi! Dünyanın feci ve korkutan hadiseleri ve dehrin musibetleri karşısında bize inayet eyle; fesatçıların şerlerinin bize ulaşmasına mani ol. Şer güçlerin şerlerinden bizleri muhafaza eyle. Efendimiz Hazreti Muhammed'e, aile fertlerine ve bütün ashabına salât u selam ediyoruz, Rabb'imiz...
Sözün Özü
Peygamberlere ve Peygamberimiz'e bakarken, bakış zaviyesi ve niyet çok önemlidir. Enbiyâ-i izâm bir yana, evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrebînin sezilip anlaşılması dahi hususî bir ruh safveti ve gönül berraklığı isterse peygamberler nasıl cismaniyetin sisli-dumanlı ikliminde idrak edilip anlaşılabilir ki?..
Öyle ise, onları anlamaya çalışırken, bütün letâifimizle teveccüh edip dikkat kesilmemiz icap edecektir.