Dini Hikayeler

"Eüzübillahimineşeytani siyaset" düsturunda islami konuları bildiğiniz kadarıyla buradan paylaşabilirizsiniz.
Cevapla
zafer.sahin
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 287
Kayıt: Prş Oca 24, 2008 9:54 am
Konum: İstanbul

Dini Hikayeler

Mesaj gönderen zafer.sahin » Pzr Mar 23, 2008 8:07 pm

Bir gencin tövbesi


Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
" (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
Musa aleyhisselâm:
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ:
(Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Pzr Mar 23, 2008 8:39 pm

UYAN ÇAVUŞ TEZ UYAN;

Birinci Cihan Harbinde Jandarma çavuşluğu yapmış Mürteza Baba İstanbul'un işgal hangâmesinde sallandığı yıllarda Rumlar Batı Anadolu köylerinde muzırlık yapmaya başlayınca, oralara sevk edilen kuvvetlerin içinde Mürtaza Çavuş'da vamış.

RumIarı geri püskürte püskürte Daya Kadın diye bir yere varmışlar. Hem epey yoruldukları için, hem de gece bastırdığı için, orada, Balkan Harbinden kalma tabyalarda geceleme durumu hasıl olmuş. Bir nöbetçi dikmişler, diğerleri yatmış.


Mürtaza Çavuş da yatmış tabii, derken, bir müddet sonra nöbetçi de uyuklayınca Mürtaza Çavuş'a görünmeyen biri:

Uyan Çavuş tez uyan!
Atik ol kurnaz davran!
Hemen kaldır eratı,
Aha geliyor düşman!


der gibi tekmelemeye başlıyor! Hemen uyanı­yr' tabii, asker tetikte uyur. Sonra dikkatlice etraflarına şöyle bir bakıyor ki, Rumlar sürüne sürüne kendilerine doğru gelyor! Ayın ondördüymüş o gün, ay ışığında görüyor bunu. Ondan sonra, askerleri uyandırarak bir cayırtı koparıyorlar! RumIarın bir kısmı ölü, bir kıs­ mı yaralı def olup gidiyorlar ..


Sabah olunca, gece kendisine görünmeyen bir kimse tarafından tekme atılan yeri kazdırınca bir Türk şehidi çıkıyor. Evet! O şehid uyandırmış Mürtaza Çavuşu!

zafer.sahin
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 287
Kayıt: Prş Oca 24, 2008 9:54 am
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen zafer.sahin » Pzr Mar 23, 2008 9:03 pm

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra-
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.
-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin.

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...
BİR YERDE KÜÇÜK İNSANLARIN GÖLGESİ OLUŞUYORSA ORDA GÜNEŞ BATIYOR DEMEKTİR.

Kullanıcı avatarı
naci-tasyurek
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 78
Kayıt: Cum Mar 21, 2008 5:27 pm
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen naci-tasyurek » Pzr Mar 23, 2008 9:06 pm

paylaşımlarınız için teşekkürler arkadaş anlatılan iki konudada alınacak çok mesaj var

Kullanıcı avatarı
meltem25+60
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 104
Kayıt: Prş Mar 20, 2008 1:24 pm
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen meltem25+60 » Pzr Mar 23, 2008 11:04 pm

Yesil Elbise

Yolda karşılastığımızda ezan okunuyordu.
-"Gel seni camiye götureyim" dedim. "Bugün cuma biliyorsun."
-"Sende benim camiye gitmedigimi biliyorsun."dedi.
-"Biliyorum ama sebebini gerçekten merak ediyorum."
-"Ne bileyim,olmuyor işte. Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri cıkar diye endişe ediyorum."dedi.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
-"Herhalde şaka yapıyorsun. Bunun icin cami terk edilir mi?
-"Ciddi söylüyorum. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin."dedi.
Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri; mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-"Peki" dedim. "Hayatında hiç camiye gitmedin mi?"
-"Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim. Hem o yaşlarda dizlerimin aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum."
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmisti. Daha sonra tokalaşıp ayrıldık. Onunla konuşmamızdan iki ay sonra; kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim. Bahcedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve yine yeşiller vardı üzerinde . Yavasca yanına yaklaştım ve Kısık bir sesle:
"Hani camiye gelmiyecektin ?" dedim
Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu...

zafer.sahin
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 287
Kayıt: Prş Oca 24, 2008 9:54 am
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen zafer.sahin » Sal Mar 25, 2008 5:40 pm

YAVUZ SULTAN SELİM

Yavuz sultan selim han mercidabık seferi için hazırlık yapılmasını emir buyurmuş.ordu kısada sürede hazırlanmış ve yola çıkılmış.Uzunca bir yol katedildikten sonra ordu dinlemeye çekilmiş dinlenilecek yerde ise her yer elma ağaçları ile dolu imiş.Ordu burada bir müddet dinlendikten sonra tekrar yola koyulur.bir sonraki dinlenme yerine vardıklarında yavuz sultan selim han vezirini yanına çağırır ve şöyle der:Canım çok elma istedi erlere bir sor bakalım elma varsa versinler der.Vezir dışarı çıkar ve çadır çadır gezmeye başlar ama hiçbirinde elma yoktur.Vezir Yavuz un huzuruna gelir ve efendim bir tane bile elma bulamadım der.Yavuz bunun üzerine şöyle der:Eğer bir tane elma çıksaydı vallahi bu seferden vazgeçerdim.Haram yiyen bir orduyla zafer kazanılmaz.
BİR YERDE KÜÇÜK İNSANLARIN GÖLGESİ OLUŞUYORSA ORDA GÜNEŞ BATIYOR DEMEKTİR.

zafer selvi
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 17
Kayıt: Cmt Nis 19, 2008 11:16 pm
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen zafer selvi » Sal Nis 22, 2008 1:16 pm

Hz.Ömer,Allah ondan razı olsun,bir kölesinin namaz kıldıgını görürse onu Allah için azat ederdi.Onun bu huyunu bilen köleleri azat edilmek için namaz kılarlar,cemaata katılırlardı.Hz.Ömer onları salıverdiginde ise namazı terk ederlerdi.O adalet sultanı bu hali bile bile adetinden asla vazgeçmezdi.

Bir gün dostları kendisine;

-Ya Ömer,bu köleler seni aldatıyorlar.Azat olduklarını bildikleri için namaz kılıyorlar,dediler.

Hz.Ömer tebessüm ederek;

-Varsın aldatsınlar,aldanırsam Allah ile aldanayım,beni aldatacaklarsa Allah ile aldatsınlar.

Dostla aldanan aldanmaz.Demiştir.Dostla aldanan aldanmaz.

necmi
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 186
Kayıt: Cmt Mar 22, 2008 5:22 pm
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen necmi » Sal Nis 22, 2008 1:50 pm

[quote="zafer.sahin"]Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra-
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.
-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin.

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...[/q




cok güzel bır hıkaye mukemmel mukemmel herseyı anlatıyor

zafer.sahin
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 287
Kayıt: Prş Oca 24, 2008 9:54 am
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen zafer.sahin » Cum May 09, 2008 7:00 pm

Besmelenin Fazileti
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi.

Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.

Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek :
- Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :
- Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi.
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı.
Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.
Sonra karısına ;
- Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;
- Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım...
O saliha kadın ise ;
- Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.

Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır."

Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin," Dini Hikayeler ", Çeviri : Hüseyin Erdoğan
BİR YERDE KÜÇÜK İNSANLARIN GÖLGESİ OLUŞUYORSA ORDA GÜNEŞ BATIYOR DEMEKTİR.

Kullanıcı avatarı
iskesurlu60
Destekleyen
Destekleyen
Mesajlar: 519
Kayıt: Çrş Şub 20, 2008 12:38 pm
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen iskesurlu60 » Cmt May 10, 2008 1:53 am

çok beğendiğim bir hikayedir .Zafer Bey teşekkürler. engin bilgi ve görüşlerinizden her zaman istifade etmek isteriz.

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Cmt May 10, 2008 10:23 pm

Bir insanı tanımanın yolları;

'Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'in yanında bir hususta şÃ¢hitlikte bulunmuştu. Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona,

Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.

Orada bulunanlardan birisi,

Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,

Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,

Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.

Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:

Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?

Hayır, diye cevap verdi adam.

Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:

İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir. Bu adam, alış'veriş yaptığın bir kimse midir?

Adam tekrar,

Hayır, dedi.

Hz. Ömer (r.a.) bu defa;

Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.

Adam bu soruya da,

Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.),

Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,

Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.


Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin... Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın. Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Cmt Eyl 06, 2008 2:28 pm

EBABİL KUŞLARI
Habeşistan Krallığı'nın Yemen valisi olan Ebrehe, milâdî 570 yıllarında San'a şehrinde, 'Kulleys' adı verilen muhteşem bir kilise yaptırmıştı. Maksadı, Kâbe ziyaretine rağbet gösteren Arapların ziyaretlerini oraya çevirmekti. Bu duruma tepki gösteren bir adam da, gecenin birinde Kulleys'e girip içine pislemişti. Bu hakarete çok öfkelenen ve koyu bir hıristiyan olan Ebrehe, gidip Kâbe'yi yıkmaya karar verdi. Topladığı onbinlerce asker (altmış bin olduğu söylenir), Mahmud adlı büyük bir fil ve daha başka fillerle Mekke'ye doğru yola çıktı. Önüne çıkan bazı kuvvetleri de mağlup ederek ilerledi. Taif şehrine gelince askerlerin bir kısmını Mekke'ye gönderdi. Onlar da Peygamber s.a.v.'in dedesi ve Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'in ikiyüzü aşkın devesiyle ahalinin hayvanlarını sürüp götürdüler.

Bu olayın peşinden Abdülmuttalib, gidip Ebrehe'yle görüştü, develerinin geri verilmesini istedi. Ebrehe dedi ki:

- Benden develerin istiyorsun da, Kâbe'den hiç söz etmiyorsun. Halbuki ben onu yıkmaya geldim.

- Ben develerin sahibiyim. Kâbenin de onu koruyacak sahibi vardır!

Bu görüşme sonunda develer geri verildi. Mekke halkı bu güçlü orduyla savaşamayacağı için, anlaşma gereği dağlara çekilip neticeyi beklemeye başladı.

Ebrehe ordusu büyük fili önden sürerek Mekke sınırına dayandı. Kâbe'yi halatla bağlayıp fillerle çekerek yıkmak istiyorlardı. Bu sırada Ebrehe'nin yol kılavuzlarından Nüfeyl b. Habib, koca filin kulağından tutarak şöyle bir şey söyledi, sonra da koşarak dağa çıktı:

- Ey Mahmud çök! Sakın ileri gitme, sağ salim geriye dön!

Mekke'ye girişte büyük fil direndi, zorlanınca yere yattı. Onu bir türlü Kâbe cihetine yürütemediler. O anda sürü halinde ebabil kuşları ortaya çıktı. Her birinin ağzında ve ayaklarında nohut gibi birer taş vardı. Bu taşları ordu üzerine mermi gibi boşalttılar. Kime rastlarsa delip geçiyordu. Askerlerin çoğu öldü; 'Fil Ordusu' dağılarak Yemen'e döndü. Ebrehe de dönüşte öldü. Kâbe ise olduğu gibi kaldı. Kur'an'da Fil Suresi bu olayı anlatır
.

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Prş Eyl 11, 2008 11:47 pm

Biri, Resul-i Ekrem (s.a.v)'ın huzuruna geldi ve
- Bana eziyet ederek huzurumu bozuyor' diye komşusunu şikayet etti.
Resul-i Ekrem (s.a.v):
- Tahammül et ve komşunun gürültü patırtısına aldırma, belki gidişatını değiştirir, buyurdu.
Bir müddet sonra ikinci defa gelerek şikayet etti. Resul-i Ekrem (s.a.v) bu kez de tahammül et buyurdu.
Üçüncü defa geldi. ve
- Ya Resulallah, benim bu komşum gidişatını düzeltmiyor, beni ve ailemi rahatsız etmek için gerekenlerin hepsini yapıyor' dedi.
Resul-i Ekrem (s.a.v) bu defa ona
- Cuma günü, ev eşyalarını dışarı çıkar, yoldan gelip geçen halk görsün. Halk, sana 'niçin ev eşyalarını buraya döktün?' diye soracaktır. 'Kötü komşunun elinden' diyerek şikayetini bütün halka söyle.

Şikayetçi aynısını yaptı, eziyet eden komşu ise peygamber daima tahammül et diyecek diye, hayal ediyordu. Halbuki zülmün def edilmesi hukukun müdafaası hususunda İslamiyetin, mütecavize saygı göstermeyeceğini bilmiyordu. Böylelikle herkesin huzurunda rezil olacağını sezen eziyetçi komşu, konuyu öğrenince yalvarıp yakarmaya başladı ve adamın, eşyasını evine taşımasını rica etti. Aynı zamanda komşusunu incitecek şekilde bir şey yapmamaya söz verdi.

Kullanıcı avatarı
zeynep
Bölüm Yetkilisi
Bölüm Yetkilisi
Mesajlar: 2659
Kayıt: Pzt Ağu 07, 2006 12:25 am
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen zeynep » Cum Eyl 12, 2008 10:50 pm

Bu Hadisi-Şerifi ilk defa duydum Paylaşımızınız için teşekkür ederim. ALLAH (C.C.) sizden razı olsun. her yönüyle bana ilginç geldi, ve bi okadarda üzerinde tefekkür ettim.

Benim anladığım ve almış olduğum ders;

Müslüman zülmün ve haksızlığın karşısında boyun eğip, kader deyip miskin bir şekilde elini kolunu bağlayıp,herşeyi sineye çekmesi acziyet içinde olması ne Allahın ne kullarının hoşuna gider. tabi zulme zulum' le karşılık vermek içinde insani değerleri barındıran hiç bir müslümana yakışmaz. Sırası ve yeri geldiğinde EDEP ve ADAP kurallarını gözeterek mutlaka sesizliğni bozmalıdır.

Arkadaşlar,

Bu konuyu biraz daha açalımmı.İteat etmek,herşeye başını sallamak iyi bir müslüman olmanın göstergesimi? Sahabi zamanına baktığım zaman müslümanlar bukadar pasif değiller,nasıl olduda biz müslümanlar bukadar pasifize edildik sindirildik.


Selametle kalınız.
Yarabbi! Hakkımda hayırlı olanı, gönlüme razı eyle. Gönlümde olanıda hakkımda hayırlı eyle.

Kullanıcı avatarı
dogus2008
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 132
Kayıt: Prş Eyl 11, 2008 11:36 pm
Konum: Türkiye

SLM

Mesaj gönderen dogus2008 » Cmt Eyl 13, 2008 11:08 pm

[font=Arial] [/font] Cami ve Kilise

Hazreti Fatih İstanbul'u fethettikten sonra, Avrupada fütuhata devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve Sırbistan'ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi.
"Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?" diye fikirlerini öğrenmek istedi.
Sırplılar ortodoks mezhebine mensup olduklarından, katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:
-Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine katolik kilisesi inşa ederiz...

Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine giden elçi şu cevapla dönmüştü:
-Biz Sırbistan'ı alırsak, İslâmiyetin Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi, kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din olan İslâmiyeti seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.
Yeni Şafak

--------------------------------------------------------------------------------

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Cmt Eyl 20, 2008 5:05 pm

Yalnız Allah Bilsin,

Büyüklerden bir zat, ahaliden para toplamak istedi, düşmana karşı tedbir almak, bazı mevkileri tamir ve tahkim için... Hak bu parayı vermedi. o büyük zat, bundan mahzun oldu ve ağladı. Geceleyin, yatsı namazından sonra birdenbire bir adam peydahlandı ve o büyük zatın önüne bir kese içinde iki bin akçe bıraktı ve dedi.
- Bu parayı dilediğiniz işe sarfediniz!...
Bu meçhul insan, Ebu Amr... O büyük zat parayı kabul ve ona iyi dualar etti.
Sabahleyin o büyük zat, dostlarından ve yakınlarından ibaret bir kjalabalık topladı, keseyi meydana çıkardı ve sevinç içinde:
- Biz, dedi; Ebu Amr hakkında çok ümide düştük. dün gece bana, müslümanların kendilerini düşmana karşı müdafaa etmeleri için iki bin akçe getirdi. Allah iyiliğin karşılığını versin.
Birdenbire Ebu Amr'ın kalabalık içinde doğrulduğu görüldü. Ebu Amr haykırdı:
- Dün gece size verdiğim para anneme aitti. Annem paranın bu işe sarfolunmasına razı değildir. Lütfen bana iade ediniz ki, ben de kendisne vereyim!...
Büyük zat hemen elini keseye atıp Ebu Amr'a uzattı. Ebu amr keseyi aldı, uzaklaştı.
Yine akşam, gece, yatsı namazından sonra... O büyük zat odasında bire köşeye çekilmiş düşüncede... Yine Ebu amr birdenbire peydahlanıyor... Yine elinde aynı kese ve kesenin içinde iki bin akçe... Ebu amr parayı o büyük zatın önüne koyuyor ve fısıldıyor:
- Parayı getiriyorum ve sizden tek bir şey rica ediyorum: Bu parayı o türlü sarfediniz ki, ikimizden başka kimse birşey bilmesin... Onun nereden geldiğini yalnız Allah bilsin....

Hayır hasenat yapıyoruz diye,kendimize kötülük yapmayalım.Nasıl yapmak gerekiyor ise o şekilde yapalımki faydasını görelim.Yoksa kendi kendimizi kandırmayalım.

Kullanıcı avatarı
zeynep
Bölüm Yetkilisi
Bölüm Yetkilisi
Mesajlar: 2659
Kayıt: Pzt Ağu 07, 2006 12:25 am
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen zeynep » Pzr Eyl 21, 2008 4:30 am

Hayır hasenat yapıyoruz diye,kendimize kötülük yapmayalım.Nasıl yapmak gerekiyor ise o şekilde yapalımki faydasını görelim.Yoksa kendi kendimizi kandırmayalım. Demiş: Erkan_ÖZDEMİR

Hz. Ömer (R.A.) sadakayı cariye' yi gece,gündüz, gizli, aşikara olmak üzre farklı nedenlerden ve sebeblerden dolayı böyle güzel bir tutum içerisinde bulunuyor. Kendisine Ya! ömer " bir elin verdiğini diğer el duymayacak" diye biliyoruz. Neden aşikara veriyorsunuz. Hz. Ömer: "insanları hayra teşfik ve özendirmek için buyuruyor.

Mutlaka her itikatli müslüman tarafından bilinir...hayrın ve iyiliğin riyadan ve desinlerden sakınarak ,karşılığını kullardan beklemeden yalnızca Allahtan beklemek olduğunu.Neyazıkki.. birçoğumuz henüz o olgunluğa erişmiş değiliz.

Etrefımızda gerçketen parasıyla malıyla yetime, dula, fakire,garibe,hastaya,ölüye hatta ve hatta memleketinin kalınması için hayır hasenat iyilik eden insanlar var. Ben iyi düşünmek ve güzel bakmak istiyorum. Onlar mutlaka yapmış oldulkarı iyilikleri pohpohlanmak,alkışlanmak değil, Hz. Ömer gibi teşfik ve özendirmek amaçlı olduğunu.

"İyilik yap at denize, balık bilmesse HALIK bilir" der. :wink: hayırlı sahurlar dilerim. :)
Yarabbi! Hakkımda hayırlı olanı, gönlüme razı eyle. Gönlümde olanıda hakkımda hayırlı eyle.

Kullanıcı avatarı
esmer_jojuk
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 360
Kayıt: Pzr Kas 26, 2006 9:43 pm
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen esmer_jojuk » Pzr Eyl 21, 2008 2:33 pm

Amerikanin muhtelif universitelerinde gorev yapan matematik prof. Jefri Lang Islama giris hikayesini yazmis oldugu "Melekler soruncaya kadar" isimli ederinde derin felsefi dusuncelerle ruhani duygular arasinde ilk namazini soyle dile getiriyor:

Musliman oldugum ilk gun cami imami bana namazin kilinisini aciklayan bir kitap verdi.Ancak musluuman talebelerin buna endisaelerini gordum bana:Acele etme,rahat ol,zamanla yavas yavas yaparsin dediler,Bende kendi kendime namaz bu kadar zor mu?Dedim talebeleri duymaamazdan gelerek hemen vaktinde bes vakit namaz kilmaya kara verdim.O gece los, ve kucuk odama cekilerek kitaptan abdest ve namaz hareketleri eksersizlerini yaptim,namazda okunacak bazi surelerin arapca okunusuyla ingilizce anlamlarini ezberlemeye calsitim.

Ilk namaz denemsi icin kendime guven gelince yatsi namazini kilmaya kara verdim.Vakit gece yarisiydi kitabi alip banyoya girdim kitabi acarak mutfaktaki ilk yemek denemsi yapan acsi gibi kitaptaki talimatlari dikkat ve inceliklebir bir uyguladim.Abdest bitince odanin ortasinda durup kapi ve pencerelerin kilitli ve akapli olmasindan emin olduktan sonra kible olarak bildigim tarafa yoneldim derin bir nefes aldim ve elimi kaldirarak alcak bir sesle Allahu Ekber dedim.Kimsenin beni istmemesini ve gormemesini umuyordum yavas yavas Fatiha suresu ile kisa bir sureyi arapca olarak okudum.Ikinci bir tekbir alarak Rukua gittim rukuda biraz tedirginlik hissettim cunku hayatimda hic kimseye egilmemistim.Odada yalniz oldugumu hatirlayinca sevindim.Subhane Rabbiyel azim dedigimde kalbimin hizla carptgini hissettim.Tekrar tekbir getirerek dogruldum ve artik secdeye varma zamani gelmisti.Secdeye varmak uzere ellerimi ve dizlerimi yere koyunca dona kaldim secdeye gidemiyordum efendisinin onunde basini yere koyan kole gibi yuzumu burnumu yere koyup kendimi zillet sandgiim bir duruma dusuremiyordum ustelik bacaklarimda katlanamiyordu,
utandim gulunc duruma dustum zannettim.Bu durumda beni goren arkadas ve tanidiklarimin onunde acinacak ve alay edilecek halimi dusundum arkadaslarimin kahkahalarini duyar dibi oluyordum.Bir muddet tereddut ettikten sonra derin bir nefes aldim basimi seccadeye koydum dikkatimi dagittacak dusuncelere yer vermeden ikinci secdeye de vardim.Bu esnada kendi kendime Daha onumde uc tur daha var diye dusundum ve kararliydim:Neye mal olursa olsun bu namazi tamamlayacagim.Son secdede tam bir sukunet hissettim.Nihayet tesehhutten sonra selam verip.


Selam´dan sonra bulundugum yerde oldugumu gibi kaldim geriye donup nefsimle girisitigim savasi aklimdan gecirdim bir savastan ciktigim hissettim sonra basimi onume egerek mahcup bir sekilde Allahim geri zekalligimden ve tekebburumden dolayi beni bagisla uzak bir yerden geldim va daha onumde kat edilecek uzun bir yol var diye dua ettim.


Bu esnada daha once hic yasamadigim bir seyi hissettim.Bunu kelimelerle ifade etmek mumkun degil.Vucudumu kalbimin bir noktasindan ciktiigni hissettigim ve anlamaktan aciz kaldigim bir dalga kapladi soguk gibiydi ilk etapta irkildim vucuduma olan etkisinden ziyade garip bir sekilde duygularimi etkiledi ve gorunur bir rahmetin varligini hissettim.Bu rahmet sonra icime nufuz ederek icimde kaynamaya basladi.Sonra sebebini bilmeden aglamaya basladim aglamam artip goz yaslarim aktikca rahmet ve lutuftan harika bir gucun beni kucakladigini hissettim.Gunahkar olamam ragmen gunahlarimdan veya utanc ve sevincten dolayi aglamiyordum.Sanki buyuk bir set acilmis ve icimdeki korku ve keder sel olup gidiyor.Bu satirlari yazarken kendi kendime diyordum:Allah in tahmet ve magfireti sadece gunahlari affetmiyor o ayni zamanda bir sifa ve bir sekinedir.Uzun bir sure basim egik bir sekilde oylece diz ustu kaldim.


Aglamam durunca yasadigim deneyin akil ile izah etmenin mumkun olmadigini anladim,Bu esnada idrak ettigim en onemli husus ise benim Allah a ve namza siddetle muhtac oldugum gercegi oldu.Yerimden kalkmadan once de su duayi yaptim:Allah im bir daha kufre girmeye curet edersem beni o kufre girmeden once oldur ve bu hayattan kurtar hata ve eksiksiz yasamanin cok zor oldugunu biliyorum ancak sunu yakinen biliyorum ki bir tek gun dahi olsa sensiz yasamak senin varligini inkar etmem mumkun degildir.
Ben hayati NEDENSIZ ve TARIFSIZ yasarim,,,,,,

EM-re
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 785
Kayıt: Çrş Oca 10, 2007 12:49 am
Konum: Almanya

Mesaj gönderen EM-re » Pzr Eyl 21, 2008 3:21 pm

hüseyin güzel bi paylasim ALLAH in varligindan canli cansiz hersey haberdardir
Söz; agizdan cikincaya kadar senin esirin, agizdan ciktiktan sonra sen onun esirisin...!

Kullanıcı avatarı
dogus2008
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 132
Kayıt: Prş Eyl 11, 2008 11:36 pm
Konum: Türkiye

SLM

Mesaj gönderen dogus2008 » Pzt Eyl 22, 2008 10:34 am

"İyilik yap at denize, balık bilmesse HALIK bilir" der. EVET ABLACIM GÜZEL SÖZ....

ERKAN ABİ ESMER_JOJUK ZEYNEP ABLA GÜZEL PAYLASIMLAR TESÜKKÜRLER....

DERS ÇIKARILASI KONULAR....KABATASLAK OKUYUPTA GEÇMEK DEĞİL KONU SİNDİRE SİNDİRE OKUNUP BİSEYLER ELDE ETMEK...
Bin zulme uğrasan da, bir zulüm yapma. (Hz. Ali (r.a))
Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur. (Hacı Bayram-ı Veli)

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Çrş Eki 15, 2008 4:48 am

Büyük bir ilim adamı olan Ebu Hanife aynı zamanda kumaş ticaretiyle uğraşan bir esnaftı.Bir akşam üzeri dükkanına iki müşteri geldi.Kumaş toplarından birini beğendiler;fakat kumaşları ancak sabah alabileceklerini,parasınıda sabah ödeyeceğini söyleyerek ayrıldılar. Sabah olunca dükkana erkenden gelen başka bir müşteri tezgahın üzerindeki kumaşı beğendi ve almak istedi.Ebu Hanife,(Bu kumaş satıldı.Siz başka bir kumaşa bakın.)diyerek adamın isteğini geri çevirdi.Ancak adam o kumaşı iki kat para vererek almak istedi.Ebu Hanife,tekrar(Bu kumaş satıldı) diyerek teklifi reddetti.Müşteri ısrarlıydı ve bu defa kumaşın değerinin üç katı para teklif etti.Bunun üzerine Ebu Hanife,(İsterseniz değerinin yüz katını verin,yinede bu kumaşı size veremem.Çünkü ben bu kumaşı başka müşterilere sattım.,sözümden dönemem.)diyerek adamın isteğini geri çevirdi.... .. .......

Kullanıcı avatarı
ERKAN_OZDEMIR
Onursal Üye
Onursal Üye
Mesajlar: 2218
Kayıt: Cmt Tem 14, 2007 5:52 pm
Konum: Amasya

Mesaj gönderen ERKAN_OZDEMIR » Cum Eki 17, 2008 5:13 pm

Adamın biri kötü yoldan kazandığı para ile kendisine bir inek alır.Sonra yaptıklarından pişman olur ve iyi bir iş yapmak için Hacı Bekteşi Velinin dergahına kurban olarak ineği bağışlamak ister.O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyormuş.

Bu durum Hacı Bektaşi Veli'ye anlatılır.Hacı Bektaşi Veli kurbanı geri çevirir.Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlanaya anlatır.Mevlana ise bu durumu kabul eder.Adam aynı şeyi Hacı Bektaşi Veli'ye anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler ve Mevlanaya sebebini sorar.

Mevlana şöyle der;

Biz bir karga isek Hacı Bekteşi Veli şahin gibidir.Öyle her leşe konmaz.O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaşi Veli dergahına gider ve Hacı Bektaşi Veliye,Mevlananın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini Hacı Bektaşı Veliye sorar.

Hacı Bektaşi Veli şöyle der;

Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise,Mevlananın gönlü okyanus gibidir.Bu yüzden bir damlayla bizim gönlümüz kirlenir ama onun engin gönlü kirlenmez.Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

ebruli
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 129
Kayıt: Pzr Eyl 21, 2008 5:04 pm
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen ebruli » Pzr Eki 19, 2008 2:22 pm

Bazen çaresiz kalırsınız, yüzde yüz haklı da olsanız elinizden hiçbir şey gelmez. Haksızlığın karşısında mahzun mahzun bakmak içinizi acıtır. Böyle bir durumda yapılacak tek şey var: Derdinizi herkesin hakkından gelen birisine anlatmak. 7 yaşındaki İbrahim Hakkı’nın yaptığı gibi.

Zaman olur olayların üstesinden gelemezsiniz. Boyunuzu, boynunuzu ve gücünüzü aşar, imkânınızı zorlar, eliniz ayağınız tutulur. Bir yerde çaresiz kalırsınız.
Yüzde yüz haklısınız, sonuna kadar doğrusunuz. Bir şeyler yapmak istersiniz, bir karşılık vermeniz gerekir. Melül mahzun bakakalmak içten içe sizi bitirir.
Iraklı Fuzûlî’nin yakındığı gibi,
“Dert çok, hemdert yok; düşman kavi, tâlih zebûn.”
Derdinizi kime açacaksınız, şikâyetinizi kime ileteceksiniz, hakkınızı kim savunacak, kim alacak?
Ümitsiz, sönük, el avuç ovuşturup bekleyecek misiniz?
Yoksa sizden daha güçlü, herkesten daha kuvvetli, herkesin hakkından gelen birisine mi havale etmek gerekiyor?

İbrahim Hakkı Hazretleri yedi yaşında annesini kaybeder. Dokuz yaşına geldiğinde iyi bir eğitim alması için Tillo’ya götürürler, ilim ve mâna büyüğü İsmail Fakîrullah Hazretlerine teslim ederler.
Hocası genç İbrahim Hakkı’nın eline bir testi vererek çeşmeye gönderir. Testiye suyu doldururken bir atlı yanaşır:

- “Çekil bakayım önümden be çocuk!” diye İbrahim Hakkı’yı azarlayarak bir tarafa iter ve atını çeşmeye sürer.

İbrahim Hakkı testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. İbrahim Hakkı testisini yere bırakır, canını kurtarmak zorunda kalır. Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar.

Ağlayarak hocasının huzuruna gelir. Hocası:

- “Ne oldu evladım, neden ağlıyorsun?” diye sorar.
- “Efendim, çeşmede su alırken bir atlı geldi, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de atına tepeletip kırdı.”
- “Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
- “Hayır” der, “hiçbir şey söylemedim.”

Hocası, “Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle” der.

İbrahim Hakkı gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye çalışan adamın yanına varır bekler. Fakat bir türlü ağzını açıp da,
“Testimi niye kırdın be zâlim adam?” diyemez.

Az sonra döner, hocasının huzuruna gelir.

Fakîrullah Hazretleri sorar:

- “Atlıya bir şey söyleyebildin mi?”

İbrahim Hakkı boynunu büker, yere bakarak, “Söyleyemedim efendim. Bir şeyler demeye niyet ettim, ama bir türlü ağzımı açıp da ağır bir söz sarf edemedim.”

Hocası sinirlenir:

- “Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, karşılık ver, yoksa sonu felâket olur.”
İbrahim Hakkı kesin emir almıştır, bu sefer kararlıdır. Çar çabuk çeşmenin başına varır. Bir de ne görsün, testisini kıran adamı, kendi atı attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış. Oracıkta cansız yatmaktadır.
Büyük bir korku ve heyecan içinde koşarak gelir, vahim durumu hocasına haber verir.

Hocası bu duruma çok üzülür ve şöyle der:

- “Vah vah! Bir testiye bir adam ha! Üzüldüm buna doğrusu!”

Huzurda olanlar söylenenlerden bir şey anlamadıklarını söyleyince, Fakîrullah Hazretleri durumu şöyle açıklar:

- “O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan kişi de tek kelimeyle olsun karşılık vermedi ve zâlimi Allah’a havale etti. Yapılan bu zulüm de Allah’ın gayretine dokundu ve zalimi cezalandırdı. ŞÃ¢yet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleyecek olsaydı, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum durumuna düştü. Ben ise ödeştirmek için uğraştım, maalesef muvaffak olamadım.”
Firavun’un zulmüne maruz kalan Kur’ân’ın “mü’min” olarak anlattığı kimse de Kur’ân lisanıyla kendine zulmedenlere şöyle sesleniyordu:
“Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görür. Allah o mü’mini onların tuzaklarından korudu. Firavun ehlini ise azabın en kötüsü kuşatıverdi.” (Mü’min Sûresi, 44-45.)

Kullanıcı avatarı
GENC_HAFIZ
Kayıtlı Üye
Kayıtlı Üye
Mesajlar: 52
Kayıt: Cum Ara 12, 2008 12:56 am
Konum: Türkiye

Mesaj gönderen GENC_HAFIZ » Cmt Ara 13, 2008 1:33 am

arkadaşlar ben hafızlık yapıyom bunu bana hafız hocam anlattı bir gün hz.ali akşamdan hazırlık yapıyomuş sabah namazına kalkmak için sabah namazına şeytan hz alinin namaza kalkmasını engelliyo hz. alide öyle bi pişman oluyoki o gün ona sanki haram oluyo sonraki gün şeytan geliyo hz.aliyi kendi kaldırıyo hz.ali şaşırıyo.sen şeytansın beni nası kaldırıyon namaza diyo ŞEYTANIN CEVABI ŞU SEN SABAH NAMZINA KALKINCA DAHA AZ İBADET YAPIYODUN DİYOR? BU BİRAZ EKSİK OLABİLİR AMA OLAY GERCEK

Cevapla

“İSLAMİYETİ YAŞAYIŞ ve DİNİ KONULAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİZ” sayfasına dön