Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı.
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen…
Bir damlacık kandan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını
ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken "Dünya benim!"dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
ölürken de aynı avuçların "her şeyi bırakıp gidiyorum işte!" dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,
nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
ve ölmeden evvel ölebilmeli. ?
Hayvanların yolda kaldırımda çöplükte
ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu fark etmeli
ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde
çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine "seni çok seviyorum!" demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini
ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını
60-70 yıl sonra sigara yüzünden
Azrail’e ?????? borusu gibi teslim etmenin emanete hıyanet sayılacağını fark etmeli.
63 yıllık ömründe
hiç karnı doymayan bir peygamber’in ümmeti olarak aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli
MUhabbetle kalin.
farkina varmali INSAN
farkina varmali INSAN
Yarabbi! Hakkımda hayırlı olanı, gönlüme razı eyle. Gönlümde olanıda hakkımda hayırlı eyle.
Ömür Dediğin Üç Gündür
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür O Da Bugündür
cümlelerde negüzel anlatılır
ama gerçek cümlelerdeki gibi basit degil
Hırslarımızı nehir yapmışız
Akıyor farkettirmeden
Akıyor diye sevinirken
Bizide boguyor farkettirmeden
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür O Da Bugündür
cümlelerde negüzel anlatılır
ama gerçek cümlelerdeki gibi basit degil
Hırslarımızı nehir yapmışız
Akıyor farkettirmeden
Akıyor diye sevinirken
Bizide boguyor farkettirmeden
http://nefretim1971.blogcu.com/
iyi şanslar
iyi şanslar
zeynep hanim güzel bir öykü mü desem nedesem bilmiyorum ama güzel bende size daha dgrusu bütün hemserilerime söyle bi yaziyla ceyap vermek istiyorum
Rasûlullah’ın bu ayların ilki olan Receb girince “Allahümme barik lena fi recebe ve şa’bân, ve belliğna Ramazan: Allah’ım Receb ve Şaban’ı bize bereketli kıl ve bizi Ramazan’a erdir” diye dua ettiği rivayeti sabit.
Ramazan’ı anladık, o sahip olduğu tüm bereket ve kudsiyeti içerisinde gerçekleşen bir olaydan dolayı aldı.
Neydi o olay?
Tabii ki, Allah’ın rahmetinin kelamî tecellisi olan vahyin inmeye başlaması.
Vahiy, Kur’an’la sabitti ki Ramazan’da inmeye başlamıştı. Kadr Sûresi’nde, Kur’an’ın inmeye başladığı geceye bir de isim veriliyor:
Kadir Gecesi (Leyletu’l-Kadr).
Bütün bunları yan yana birleştirince ortaya çıkan sonuç şu:
Kur’an, Ramazan ayı içerisinde yer alan Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmıştır. Kur’an’ın indirildiği gece, sırf bundan dolayı bin aydan, yani 83 yıllık bir ömürden daha hayırlı ve bereketli bir geceye dönüşmüştür.
Neden?
Çünkü, Kur’an indiği zamana böyle bir bereket katmıştır.
Peki, vahyin amacı zamana bereket katmak, onu binlerce kat daha değerli kılmak mıymış?
Ne münasebet! Elbette vahiy insan için inmiştir. İnsana bereket katmak, insanı yüceltmek, onu mübarek kılmak için.
Peki, o halde neden Kur’an vahyin zamana kattığı değeri ve bereketi ifade ediyor?
Bunu anlamayacak ne var?
Kur’an, insana mesaj veriyor. Parmak ayı gösterirken, parmağa değil, aya bakarlar. Eğer sen de âyetlerin (parmağın) gösterdiği yere bakarsan, şunu görürsün:
Ey insan! İndiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapan, yani bir ömre bedel bir gece kılan bu vahiy eğer senin yüreğine, zihnine, aklına, hayatına inerse neler yapmaz?
Düşünsene bir! Sana ne hayır ve bereketler katacağını düşünsene bir! Hayatına inen Kur’an’ın hayatını nasıl bereketlendireceğini, değerlendireceğini düşünsene bir!
Evet, açıkça anlaşıldı ki, Ramazan tüm değerini vahyin kendisinde inmeye başlamasından almaktadır.
O halde Receb ve Şaban değerlerini neden almaktadır?
Elbette açık: Ramazan’a komşu olmalarından.
Güzele komşu olan da güzelleşir. Gül ağacının dibindeki toprak gül kokar. Receb ve Şaban, gül ağacının dibinin toprağına benzerler. Rivayetlerin bütünüyle okunmasından şunu anlıyoruz:
Receb’in başlangıcından itibaren Hz. Peygamber nafile oruç ve namazları artırıyordu. Ramazan’a 15 gün kala bu artırma zirveye çıkıyordu.
Tabii ki, Hz. Peygamber’in orucu, bedenin zapt u rabt altına alınıp ruhun daha fazla özgürleşmesini sağlama amacına yönelikti. Bu şekilde akıl, izan, tasavvur, muhayyile daha aktif ve almaya yatkın oluyordu. Çünkü oruç, beden atının sırtına akleden kalbi bindirmekti. Tersi mi? Tersi, akleden kalbin sırtına bedeni bindirmekti ki, bu süvariyi ata değil, atı süvariye bindirmek kadar ters bir işti.
Peki, akleden kalb beden atının süvarisi olursa ne olacaktı?
Vahye, vahyin mesajına hazır olacaktı. Onu sözlerin sultanı olarak karşılayacak ve tahtına oturtacaktı. Yani kalbin tahtında vahiy oturacak, emirleri o verecekti. El ayak, dil dudak, göz kulak gibi beden ülkesinin taşrası da bu emirlere itaat edecek, uygulayacaktı. Böylece insanın Allah’a teslimiyeti tamamlanacaktı.
İşte halkın “Üç Aylar” adını koyduğu günlerin sırrı buydu.
Mustafa İslamoğlu
Rasûlullah’ın bu ayların ilki olan Receb girince “Allahümme barik lena fi recebe ve şa’bân, ve belliğna Ramazan: Allah’ım Receb ve Şaban’ı bize bereketli kıl ve bizi Ramazan’a erdir” diye dua ettiği rivayeti sabit.
Ramazan’ı anladık, o sahip olduğu tüm bereket ve kudsiyeti içerisinde gerçekleşen bir olaydan dolayı aldı.
Neydi o olay?
Tabii ki, Allah’ın rahmetinin kelamî tecellisi olan vahyin inmeye başlaması.
Vahiy, Kur’an’la sabitti ki Ramazan’da inmeye başlamıştı. Kadr Sûresi’nde, Kur’an’ın inmeye başladığı geceye bir de isim veriliyor:
Kadir Gecesi (Leyletu’l-Kadr).
Bütün bunları yan yana birleştirince ortaya çıkan sonuç şu:
Kur’an, Ramazan ayı içerisinde yer alan Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmıştır. Kur’an’ın indirildiği gece, sırf bundan dolayı bin aydan, yani 83 yıllık bir ömürden daha hayırlı ve bereketli bir geceye dönüşmüştür.
Neden?
Çünkü, Kur’an indiği zamana böyle bir bereket katmıştır.
Peki, vahyin amacı zamana bereket katmak, onu binlerce kat daha değerli kılmak mıymış?
Ne münasebet! Elbette vahiy insan için inmiştir. İnsana bereket katmak, insanı yüceltmek, onu mübarek kılmak için.
Peki, o halde neden Kur’an vahyin zamana kattığı değeri ve bereketi ifade ediyor?
Bunu anlamayacak ne var?
Kur’an, insana mesaj veriyor. Parmak ayı gösterirken, parmağa değil, aya bakarlar. Eğer sen de âyetlerin (parmağın) gösterdiği yere bakarsan, şunu görürsün:
Ey insan! İndiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapan, yani bir ömre bedel bir gece kılan bu vahiy eğer senin yüreğine, zihnine, aklına, hayatına inerse neler yapmaz?
Düşünsene bir! Sana ne hayır ve bereketler katacağını düşünsene bir! Hayatına inen Kur’an’ın hayatını nasıl bereketlendireceğini, değerlendireceğini düşünsene bir!
Evet, açıkça anlaşıldı ki, Ramazan tüm değerini vahyin kendisinde inmeye başlamasından almaktadır.
O halde Receb ve Şaban değerlerini neden almaktadır?
Elbette açık: Ramazan’a komşu olmalarından.
Güzele komşu olan da güzelleşir. Gül ağacının dibindeki toprak gül kokar. Receb ve Şaban, gül ağacının dibinin toprağına benzerler. Rivayetlerin bütünüyle okunmasından şunu anlıyoruz:
Receb’in başlangıcından itibaren Hz. Peygamber nafile oruç ve namazları artırıyordu. Ramazan’a 15 gün kala bu artırma zirveye çıkıyordu.
Tabii ki, Hz. Peygamber’in orucu, bedenin zapt u rabt altına alınıp ruhun daha fazla özgürleşmesini sağlama amacına yönelikti. Bu şekilde akıl, izan, tasavvur, muhayyile daha aktif ve almaya yatkın oluyordu. Çünkü oruç, beden atının sırtına akleden kalbi bindirmekti. Tersi mi? Tersi, akleden kalbin sırtına bedeni bindirmekti ki, bu süvariyi ata değil, atı süvariye bindirmek kadar ters bir işti.
Peki, akleden kalb beden atının süvarisi olursa ne olacaktı?
Vahye, vahyin mesajına hazır olacaktı. Onu sözlerin sultanı olarak karşılayacak ve tahtına oturtacaktı. Yani kalbin tahtında vahiy oturacak, emirleri o verecekti. El ayak, dil dudak, göz kulak gibi beden ülkesinin taşrası da bu emirlere itaat edecek, uygulayacaktı. Böylece insanın Allah’a teslimiyeti tamamlanacaktı.
İşte halkın “Üç Aylar” adını koyduğu günlerin sırrı buydu.
Mustafa İslamoğlu
baskasina karsi avukat, nevsine karsi bir savci gibi ol...
Ferhat bey
icinde bulundugumuz aylarin ehemmiyetine binaen paylasmis oldugun konunun farkina varanlardan olmayi nasip etsin MEVLA.
NOT: sizde sitemizin kesin farkina varmissinizdir, gerek üyleri ile gerekse yeni Formati ile :)
Nuhabbetle kal.
icinde bulundugumuz aylarin ehemmiyetine binaen paylasmis oldugun konunun farkina varanlardan olmayi nasip etsin MEVLA.
NOT: sizde sitemizin kesin farkina varmissinizdir, gerek üyleri ile gerekse yeni Formati ile :)
Nuhabbetle kal.
Yarabbi! Hakkımda hayırlı olanı, gönlüme razı eyle. Gönlümde olanıda hakkımda hayırlı eyle.